Acelecilik – Hızlı Yaşam

Hızlı yaşa, genç öl diye bir söz var. Bazıları yakışıklı öl diye de söyler. Bu sözden ben şimdiye kadar hep hızlı araba kullanmayı kastediyorlar zannederdim. Özellikle yaşı ilerlemiş kişilerin gençlere yaptığı bir uyarıydı bu. Fazla hız yapmayın, dikkat edin demenin esprili şekli diyebiliriz. Geçenlerde bir videoya denk geldim, izleyince bu sözün farklı bir anlamı olabileceğini düşünmeye başladım. Halk arasında kesin arabada hız yapmak için kullanılıyor da, biz bu yazıda yeni keşfimin üzerinde duracağız.

Sosyal medyada şu tarz videolar var; kişi elinde telefon yüzünü, gövdesini çekerek bir şeyler anlatıyor, aynı zamanda yürüyor. Muhtemelen bir yere gidiyordu, aklına hayatla ilgili çok önemli bir tespit geldi, onu hemen paylaşmak istedi. Oturup çekseydi olmaz mıydı bilemiyorum. İki işi birden yapmak istiyorlar belki de. Bir yere gidiyorum, insanlara da faydam dokunsun, bilgilerimden yararlansınlar istedi herhalde. Ne istiyorlar bilemiyorum, biz en iyisi benim videoya dönelim.

Bahsettiğim videodaki kişi de aynı şekilde bir şeyler anlatarak yürüyor. Sanırım doktor ya da psikiyatr. Hastalarından bahsediyor. Alman hastalarım var diyor, hepsi doksanlarında ve dinçler. Bizim sülale diyor, hepsi 75’inde gitti. Almanlara bu işin sırrını sormuş, işin sırrı yavaş yaşamakta demişler. Sürekli bir acelecilik içinde olmak yerine hayatı normal bir tempo ile yaşamak, stresi azaltıyor ve daha geç yaşlanıyorlar. Bu kişi bunları anlatırken hafif tempolu yürüyordu. O da bir yerlere yetişmeye çalışıyordu muhtemelen.

Bunun üzerine genel hayatımızı gözden geçirdim. Özellikle İstanbul gibi bir şehirde çalışan insanlar olarak sürekli bir şeylere yetişme telaşındayız. Otobüse, metroya, metrobüse, okula, işe… Aklınıza ne gelirse. Hep yetişilecek bir şey var. Toplu taşıma üzerinden gidersek; bir sonraki sefer de var ama gerçekte iş öyle olmuyor ne yazık ki. Metroyu kaçırırsam, sonrasında bineceğim otobüsü de kaçırmam kaçınılmaz. Hele 3 vesait kullananlar için tam bir keşmekeş. Zincirleme reaksiyon. O yüzden, neyse sonraki sefer var diyemiyoruz çoğumuz.

İşin şu boyutu da var. Bizler neredeyse doğduğumuzdan beri bir koşuşturma içinde buluyoruz kendimizi. Bu acelecilik biraz da içimize işlemiş diye düşünüyorum. İlk okul yıllarından başlıyor, oğlum, kızım acele et derse geç kalacaksın temposu ile başlıyoruz. Orta okul, lise bu kafada geçiyor. Üniversite’ye gelince bu sefer proje yetiştirme, sınava yetişme telaşına dönüyor iş. Hep bir yerlere yetişme ata sporu oluyor.

Ben de bir de okuldan çıkınca eve acele gitme telaşı vardı. Lise yıllarında özellikle. Ne yapacaksın eve gidince? Bilgisayarda oyun oynayacağım ya da dışarıda arkadaşlarla maç yapacağız. Geç kalırsan takıma giremezsin, kenardan ağzın açık izlersin. Yaş ilerleyince bu telaşı geride bırakmaya çalıştım ama yine de zaman zaman kendimi anlamsızca acele ederken buluyorum. Bunu da içimize işlemiş aceleciliğe bağlıyorum. Almanlarda işlememiş demek ki, sakin sakin yaşıyorlar.

Yeri gelmişken Almanlarla kıyas işine değinmeden geçemeyeceğim. Bu kıyaslara bayılıyorum. Almanya’da adam saat 7’de işinin başındadır lafını herkes duymuştur herhalde. Çok planlı yaşarlar, akşam 10 dedi mi yatarlar. Böyle uzayıp gider liste. Makine gibiler maşallah. Biraz da sıkıcılar gibi geliyor bana, duyduğum kadarıyla. Türkiye cennet cennet demelerine şaşmamak gerek :).

Şöyle bir hikaye duymuştum. Hikaye diyorum, gerçek mi değil mi bilmiyorum. Amerikalılarla Kızılderililer beraber yolculuk ediyorlar. Artık Amerikalıların aklında nasıl tilkiler dolaşıyor bilemiyorum, katmışlar Kızılderilileri yanına bir yerlere gidiyorlar. Bir süre gittikten sonra, Kızılderililer duruyor. Daha fazla ilerlemiyorlar, Amerikalılardan biri soruyor: “Ne oldu niye durdunuz?”. Kızılderililer ruhlarımız geride kaldı onları bekliyoruz diye cevap veriyorlar. Çok hızlı yaşamak, acele etmek istemiyorlar yani. Amerikalılar tabi bu işe bozuluyor, hemen gidelim, yapalım, işimizi halledelim kafasındalar. Bizim kafa da Amerikalının kafasına benzer. Hemen yapalım, yetişelim diye diye koşturmayla geçiyor hayatımız.

Gelelim iş hayatına. Hayatlarımızdaki esas acelenin, stresin merkezine. Çok rahat işleri olan kişiler de vardır elbette. Ama kendi penceremden bakınca genelde gördüğüm yapılacak projeler, yetişmesi gereken işler koşuşturmacasında geçiyor hayat. Bir işe odaklanırsınız, başka bir iş çıkar. Birisi başka projeyle ilgili fikir sorar, bütün odağınız dağılır. Bir bakmışsınız akşam oluvermiş. Aksi olur, çok az iş olur. Bu sefer de sıkıntıdan akşamı zor ederiz. Dengeyi bir türlü bulamayız.

Hızlı yaşadığımızın, gereksiz acele ettiğimizin aslında hepimiz öyle ya da böyle farkındayız. Bahsettiğim Kızılderili hikayesine benzer mantıkta hikayeler duymuşuzdur. Olay daha önceki bir yazımda bahsettiğim kim uyguluyor sorusuna geliyor. Burada ufak bir farkındalık, hatırlatma yapmaya çalıştım. İlk önce kendim sonra bu yazıyı okuyanlara. Kim uygular artık meçhul.

Leave a Comment