Hayatın İnce Çizgileri – Amerikan Futbolu

Spor filmleri izlemeyi severim. Genelde yaşanmış bir olaya dayalı, izlemesi keyifli filmler olur. Bu tarz filmlerde sanırım en iyisi Amerikan filmleri. İzlediklerim genel olarak basketbol ve amerikan futbolu üzerine. Arada bir kaç tane de beyzbol filmi izlemişimdir.

Bir sporu çok anlamadan size bir şekilde izlettirmeyi başarıyorlar. Bu önemli bir başarı bence. Amerikan futbolu hakkındaki bilgim herkes kadardır. Filmleri izleyince biraz daha artmıştır ama filmden kurallarını öğrenmek biraz zor.

Oyuncular karşılıklı dizilir, oyun başlar, iki taraf birbirine hücum eder. Top oyun kurucuya geçer, anladığım kadarıyla bu koşucuyla beraber en önemli rol. Oyun kurucu genelde topu koşucuya atar, aradan sıyrılıp rakip sahanın sonuna gitmeyi başarırsa sayı alırlar. En basit hali bu tabi ki, içeride bir çok taktikler döner, biz cahil izleyicilere çok bir şey ifade etmez bu durum.

Filmler genelde bir okulun takımıyla ilgili olur. Amerika’da liselerin, üniversitelerin basketbol, amerikan futbolu takımları olur. Bu takımlar bulunduğu bölge halkı için çok önemli olurlar. Yani en azından filmlerden izlediğim kadarıyla durum böyle. Bizde de okulların takımları olur ama böyle bir ilgi topladıklarını görmedim.

Geçenlerde yine amerikan futbolu ile alakalı bir film izledim. Yaşanmış bir olayı sahneye taşımışlar. Takımın çok iyi bir koşucusu var, neredeyse tek başına maçları kazandırıyor. Herkes geleceğin profesyonel oyuncusu gözüyle bakıyor. Burslu bir şekilde üniversiteye gider, orada da futbol takımında oynar. Oradan da kendini iyice ispatlamış bir şekilde profesyonel bir takıma gider. Şu anki durum itibariyle gidişat bu.

Ligde ilk maçları, farklı bir skorla öndeler ve bu oyuncu talihsiz bir şekilde maçın son dakikalarında sakatlanıyor. Normalde o pozisyon öncesinde oyuna yedek oyuncu girecek ama yedek oyuncu kaskını bulamıyor. Bizimki hemen ben girerim koç diyor, koç alıyor tekrar oyuna. Zaten maç kazanılmış, rakibin geri dönmesi mucizelere bağlı. Formaliteden biraz daha oynanacak maç.

Oyuna tekrar giriyor, topu ilk aldığında sert bir darbe alıyor. Ağır bir sakatlık yaşıyor ve futbol hayatı bitiyor. Bir anda her şey 180 derece dönüyor. Bir gün önce takımın yıldızıyken, bir gün sonra futbola veda etmiş, kısa bir süre sonra unutulacak biri haline geliyor. Arada gerçekten çok ince bir çizgi var. Ömür boyu ilgi görüp, el üstünde tutulacak bir pozisyondan, kimsenin önemsemediği biri haline geliyor.

Benim bildiğim tek şey futbol, başka hiç bir şey bilmiyorum diye serzenişte bulunuyor. Ama elden gelecek bir şey yok. Oynadığınız, hatta iyi oynadığınız sürece ilgi gördüğünüz bir alan spor. Bu özelliği kaybettiğinizde o ilgi de ününüze bağlı olarak hızlı ya da yavaş sönüyor. Lise takımı için düşünülürse bu ilgi süresi günlere kadar düşebilir.

Konuyla ilgili söylenecek çok da bir şey yok açıkçası. Siz de eminim kendi hayatınızdan bu tarz örnekler bulabilirsiniz. Çizgi bazen bu kadar ince olmayabilir ama bazen de bıçak gibi böyle keskin olur. Bir kaç tane izlediğim, beğendiğim amerikan futbolu filmiyle yazıyı bitirelim.

12 Mighty Orphans (Futbolun Çocukları)
When the Game Stands Tall (Yenilmez Şampiyon)
We are marshall (Zafer Bizimdir)
Remember the Titans (Unutulmaz Titanlar)

Leave a Comment