İstanbul’u boğaz olmadan hayal etmeye çalışalım. Boğazı ortadan kaldırıyoruz, Asya, Avrupa birbirine bağlanıyor. Avrupa’nın karmaşası, Anadolu’nun yer yer karmaşa, yer yer sakinliği birleşiyor. Güzel haber artık köprü trafiği gibi bir derdimiz yok, kendimize başka trafikler bulmamız lazım. Kötü haber, daha doğrusu kötü haberlerden biri boğazın eşsiz manzarası da artık yok. Şair muhtemelen tepelerden bakarken bir noktada boğaza da bakmıştır diye düşünüyorum. Boğaz olmadığı için belki de “Sana dün bir tepeden baktım aziz İstanbul!” diyemeyecek.
Biraz ilginç bir giriş oldu, burada ilginç olan bir kaç nokta var. Birincisi Anadolu yakasında oturduğumu tahmin etmişsinizdir diye düşünüyorum. Anadolu yakasında oturanlar için Avrupa yakası aşırı yoğun ve karmaşa dolu gözükür. Anadolu yakası da yer yer oradan geri kalmıyor ama yine de daha sakin. Yani en azından biz Anadolu’da oturanlar için. İlginç olan diğer noktalar yazının ilerleyen bölümlerinde, şimdi asıl konumuza geçelim.
Asıl konumuzu şu anki nüfus yoğunluğuyla, kalabalığıyla, trafiğiyle, aklınıza gelen her olumsuzluğuyla İstanbul’da yaşanır mı? Şehir dışında ya da ülke dışında bir süre kalıp İstanbul’a döndüğümde bu düşünce daha çok kafama takılıyor. Neden milyonlarca insan bile isteye burada, bu karmaşada yaşamaya devam ediyoruz? Elbette birileri haklı gibi gözüken sebepler gösterecek. İş, okul, arkadaş vs. liste uzayıp gidecek. Bunların bazılarına kısaca bakalım beraber. Ama öncesinde olumsuzluklardan bahsedelim. İstanbul’un övülecek bir çok tarafı var ama olumsuz bir çok tarafı da mevcut. Biz bu yazı itibariyle olumsuzlara odaklanacağız.
Kalabalık, kalabalığın getirdiği trafik ve kirlilik. Bunlar zaten herkesin dilinde, klasikleşmiş şikayetler. Bu kadar kalabalık olmasaydı bu yazıyı kaleme almazdım, mutlu mesut hayatıma devam ederdim. Trafikte zaman geçirmeyi hiç sevmeyen birisiyim, on beş dakikalık yolu, bir saat bir buçuk saat gibi sürelerde gitmek gerçekten çok korkunç. Her gün bu trafikte zaman geçirenlere sabırlar diliyorum, mümkün mertebe toplu taşıma tercih ediyorum. Herkes böyle yapmaya çalışırsa sanırım hayatımız biraz daha iyileşebilir. Gerçi o zaman da bayramdaki marmaray, metrobüs izdihamları geliyor aklıma. Neresinden tutarsak tutalım bu şehir kapladığı alana göre inanılmaz kalabalık.
Benim diğer sevmediğim tarafı iklimi. Aşırı rüzgarı çok sevmeyen birisiyim. Yazın güzel ama diğer mevsimlerde sürekli esen rüzgar beni hep rahatsız etmiştir. Bir köşeyi dönüyorsunuz ve fırtına gibi bir rüzgar sizi karşılıyor. Boğazdan mı nereden geliyor bilmiyorum ama özellikle sonbahar, kış aylarında beni çok rahatsız ediyor. İstanbul’da yaz ayı ayrı bir parantezi hak ediyor. Nemli, durduğunuz yerde bile terlediğiniz bir hava. Bu yaz nemsiz bir şehirde bir kaç gün geçirdim, güneşin altında neredeyse yarım saat gezdim. İnanılmaz bir şekilde hiç terlememiştim. İstanbul’da aynı şeyi yaptığımı düşünemiyorum bile, terden nefes alamazdım herhalde.
İstanbul’un mevsimi için bir tanıdığım şöyle diyordu, ne yazı yaza benziyor ne kışı kışa. Yazın iki adım atmayı geçtim, oturduğumuz yerde terliyoruz. Kışın da çok soğuk değil gibi ama rüzgarıyla bir şekilde o soğuğu hissettiriyor. Benim için en çok bu ikisi sıkıntı, kalabalık ve mevsim. Mevsim Allah’ın takdiri ona yapacak bir şeyimiz yok, kalabalık olmasa yaşanabilir bir şehir İstanbul. Şimdi gelelim İstanbul’da ısrarla kalma sebeplerine.
İlk önce emekli olmuş ya da emekli olmaya yakın, çocukları evlenmiş, karı koca bir başlarına kalmış kişilerden başlamak istiyorum. En çok bu kesimin ısrarla İstanbul’da yaşamaya devam etmeleri ilginç geliyor bana. Gördüğüm, duyduğum kadarıyla temel sebepleri arkadaş çevresi ve çocukları. Bütün arkadaşlarımız, çocuklar burada, oraya gidip ne yapacağız? Bu nispeten haklı bir serzeniş. Ama şöyle bir sorun var. Çevremden gördüğüm kadarıyla bazı emeklilerin ne çocukları ziyarete geliyor, ne de kendileri dışarı çıkıp arkadaşlarıyla görüşüyorlar.
Mesela bizim apartmanda böyle bir amca var. Çocuklarının ziyarete geldiğini gördüğümü hatırlamıyorum. Kendisi de arada bir öğlene doğru dışarı çıkar, bir kaç saat etrafta dolanır, geri eve döner. Öyle bir arkadaş çevresi de göremedim yani. İstanbul’a onu bağlayan ne bilemiyorum. Yanlış anlaşılmasın emekliler köye gitsin orada yaşasınlar demiyorum. Sadece İstanbul’a neden bu kadar bağlı kalındığını çözmeye çalışıyorum. Daha küçük bir şehre taşınmak, orada muhtemelen daha lüks bir apartmanda, belki de müstakil bir evde yaşamak daha cazip değil mi? Buradaki evini satsa, başka bir şehirden alacağı ev daha iyi olacaktır. Daha temiz hava, daha sakin bir hayat bu karmaşaya tercih edilir diye düşünüyorum.
Diğer bir itiraz noktası doğal olarak iş ve yapılabilecek aktivite. Nüfusun ciddi bir kısmı İstanbul’da yaşıyor. Böyle olunca iş imkanları, sosyal aktivite, etkinlik vs. aklınıza ne gelirse daha ulaşılabilir. Klasik tabiriyle taşı toprağı altın. Aklıma şöyle bir uç örnek geliyor. İstanbul’a bir süre önce taşınmış, tek yaşayan birisiyle tanışmıştım. İstanbul’u seviyor musun, memnun musun tarzı bir soru sordum. İstanbul benim için bulunmaz bir nimet dedi. Bir müzik aleti varmış, onu yapan usta Türkiye’de sadece İstanbul’da varmış. Onun nasıl yapıldığının eğitimini alıyorum o hocadan dedi. Bu kişi için İstanbul’da yaşamak elzem oluyor haliyle.
İş konusunda itiraz edilebilecek çok bir şey yok gibi. İş buradaysa insanların İstanbul’a gelmesi kaçınılmaz. Sosyal aktivite kısmında çok katılamıyorum. Sen niye gitmiyorsun, niye hala İstanbul’dasın diye sorulabilir. Haklı bir serzeniş. Bu yazı yeterince uzun oldu. Bu ve sosyal aktivite konusu başka bir yazının konusu olsun. Yazıyı bitirmeden boğaz konusuna dönmek istiyorum.
Ortada boğaz yok, iki yaka birbirine bağlı, köprü trafiğinden an itibariyle kurtulduk. İstanbul nüfusu acaba yine bu kadar yoğun olur muydu? İstanbul’un en büyük cazibe noktalarından birisi boğaz bence. Bir çok kişiden sırf bu manzara için bile burada yaşanır lafını duydum. Yaz, kış her mevsim ayrı bir güzelliği var. Köprü üzerinden seyretmek ayrı bir keyif, kıyıdan seyretmek ayrı, tepeden seyretmek ayrı. Boğaz olmadan İstanbul’u hayal etmek zor. Belki de sırf boğaz için insanlar burada yaşamaya devam ediyor. İş, aktivite falan hikaye. Bunu da bir düşünelim bence :).