Kendimi bildim bileli kitap okumayı seven birisiyim, özellikle lise ve üniversite yıllarımda her boşlukta soluğu kütüphanede alırdım. Türlü türlü kitaplar okurdum, ilgim hep değişirdi. Klasikler, cinayet romanları, tarih romanları, denemeler, kişisel gelişim vs. o sıra ne ilgimi çekiyorsa. Bazen bir yazara kafayı takardım, 3-5 kitabını üst üste devirirdim. Alexandre Dumas mesela ya da John Grisham’ın avukatlıkla ilgili romanları. Bu kadar kitap okuyunca ister istemez zihnimin bir köşesinde hep kitap yazma fikri yer etmişti. Amacım roman yazmak değildi, o tarz bir hayal gücüm olduğundan şüpheliyim.
Gündelik hayatta aklıma gelen ilginç fikirler, düşünceler üzerine yazmak istiyordum. Her ne kadar roman ağırlıklı okumuş olsam da düşünce kitapları da hep ilgimi çekmiştir. Hatta üniversite sonrası ağırlıklı olarak bu tarz okumaya başlamıştım ama artık çok vakit ve isteğim olmuyordu okumaya.
Bir gün aklıma gelen çeşit çeşit konularda ilginç -en azından bana o an için üstüne düşünülmesi gereken- fikirler geldiğini farkettim. Bu fikirleri ne yazık ki bir kaç gün sonra hatırlamaya çalıştığımda hepsinin yerinde yeller esiyordu. Halbuki üstüne düşünülesi bir konuydu diye hayıflanıyordum. Böyle bir fikir aklıma geldiğinde neden bir kenara yazmıyorum ki diye düşündüm. O ana kadar uçup gidenlere yanmanın bir anlamı yoktu, en azından yenileri not edebilirdim. Ayrıca bu fikirlerin gerçekten ilginç olup olmadığına karar verecek bir zamanım da olurdu bu sayede. Bir kaç hafta sonra bakınca bu fikirler çok anlamsız ya da çok basmakalıp şeyler olabilirdi. Böylece bu fikirleri yazmaya başladım, şu ana kadar yaklaşık 30 tanesini not ettim. Arada yine kaçan fikirler oldu tabi ki, bunu birazdan yazıyım dedikten sonra ne yazıkki unuttuklarım oldu. Kalan sağlar bizimdir yapacak bir şey yok.
Şöyle bir cümle okumuştum yıllar önce; “bir kitap yazabilmek için bir kütüphane dolusu kitap okumak gerekir”. Bu kadar okuduğumu iddia edemem. Ama yazmanın keyifli bir yönü var, sanki zihnimdeki düşünceleri yedekliyormuşum gibi. Bu noktada akla şöyle bir soru gelebilir, kitap yazmaktan bahsediyorsun burada, bu blog sayfasında neden yazıyorsun? İşin doğrusu bunu açıklamak için yazının başlığına dikkat çekmek istiyorum. İlk kısmı yeni bir başlangıç, bunun ne olduğu malum yeni bir blog yazmaya başlıyorum ve bu klasikleşmiş bir merhaba yazısı. Hiç okuyucusu olmayan blogların genellikle boşluğa yaptıkları duyuru. Daha önce de blog yazmaya çalışmış biri olarak bu duyuruyu bir kaç kez yapma şerefine eriştim. Gelelim ikinci kısıma, ileriyi düşünmek. Bu da ne olaki?
Genelde düşünce sürecim şu şekilde işler, bir konu aklıma bir olayla ya da bir şeyle bağlantılı olarak gelir. Yaşadığım, gördüğüm, duyduğum ya da düşündüğüm bir olay, fikir vs. Bu yazının başlığındaki ileriyi düşünmek de tam olarak bu. Yeni bir merhaba diyorum ama beni bu noktaya getiren olay ne? İleriyi düşünmeyi bıraktığım için aslında şu an bu blog yazısını yazıyorum. Genelde yeni bir işe başlamayı düşündüğümde, zihnimi bu işin sonuçlarını düşünür halde buluyorum. Kitabı yazarım, çok okunur, ünlü bir yazar olurum vs. Ama realitede bunun olma olasılığı o kadar düşük ki. Her gün belki binlerce yeni fikir hayata geçiyor ama bir çoğu ölüme mahkum ne yazıkki. Yine de denemeliyiz tabii ki. Her bir basılan kitap için arkada yazarın bitiremediği, yayıncıların reddettiği, basım için gerekli paranın bulunamadığı vs. bir çok sebeple basılmamış belki bin kitap vardır. Bu noktada işin sonunu düşündüğüm için bu kadar yazıyı nasıl yazarım, nasıl yayınlarım gibi gereksiz bir baskı altına alıyordu beni.
Karakter olarak sakin, rahat, gereksiz stresi sevmeyen birisiyim. Bu sebeple kendimi böyle bir belirsizliğe atmayı istemedim açıkçası. Kitap yazmaya başlamak bile başlı başına büyük bir işti. Yazdıktan sonra yayınlanması, okuyucu bulması tamamen ayrı dünyalar. Yazmaktaki amacımın ne olduğunu düşündüm. Amacım aslında ulaşabildiğim kadar insana ulaşıp benim için ilginç olan düşünceleri paylaşmaktı. Bir diğer amacım da kendime not tutmak, yıllar sonra bu yazılardaki düşünceler benim için ne ifade edecek çok merak ediyorum. Bu noktada en mantıklısı blog üzerinde en azından bir süre yazmak ve işlerin nereye gittiğini görmek. Baskı yok, stres yok sadece içimden geldiğinde tarihe not düşüyorum. Blogların altın çağı geride kalalı yıllar oldu, doğru dürüst en son ne zaman bir blog yazısı okudum hatırlamıyorum. Yine de en kolay başlangıç bu gibi gözüküyor.
Başlığın ikinci kısmını da bu şekilde açıklamış oldum, yazacağım diğer yazılar da genelde bu sistemde olacak. Yani en azından şimdiye kadar tuttuğum notlar bu şekilde, hep bir yardımcı olay ve/veya fikir var. Genelde başlangıçta insan hevesli olur, o yüzden yakında bir kaç yazı daha yayınlarım. Sonrasında Allah kerim. Sözü daha fazla uzatmadan; “merhaba boş koltuklar!”.