Yönetilemeyen Şirketler – Torpilli Yönetici

Şirket yönetimi ya da herhangi bir yöneticilik hakkında pek bir deneyimim olduğunu iddia edemeyeceğim. Başka yazılarımda da olduğu gibi kenardan tanık olduğum ya da çevremdeki insanlardan duyduğum kadarıyla bir kaç kelam etmek istiyorum. Düşüncelerimi, yorumlarımı bu bağlamda değerlendirin diye baştan belirtmekte fayda var.

Geçenlerde bir tanıdığım on yılı aşkın süredir çalıştığı iş yerinden ayrılıp kendi işini kurduğunu söyledi. Kurdu derken, kurma yolunda ilerliyordu diyelim. Henüz 1 hafta olmuş ayrılalı, dükkan tutmuş, tadilata başlamış. Eski çalıştığı yerle ilgili sıkıntılarını anlatınca hayretler içinde kaldım. Bu konuşma üzerinden aklımda kalanlarla yönetilemeyen şirketlerden kısaca bahsetmeye çalışacağım.

Bir çalışan bir işten memnun değilse bunun sebeplerinden biri, bazen en önemlisi paradır. Verdiği emeğin karşılığını alamayan kişi ister istemez demotive olur, tabiri caizse gözü dışarıda olur. Bu memnuniyetsizlik devam ederse, bir noktada daha cazip bir teklif gelir, kişi iş değiştirir. Nadir senaryolarda da kendi işini kurar.

3 yılda, 5 yılda bir iş değiştirin daha iyi kazanırsınız diye boşuna söylenmiyor aslında bir noktada. Bir kişi aynı şirkette yıllarını geçirince artık burada kalıcı gözüyle bakılıyor, çok zam yapılmayabiliyor. Bazı şirketler sistemi daha iyi kuruyor tabi. Belli yıllarda kademe artırıp, maaşa zam, bir süre sonra yönetici falan gidiyor. Ama geneline baktığımızda, özellikle eski şirketlerde bu kısımlar muallak bir şekilde biz bir aileyiz mantığında ilerliyor. Biz bir aileyiz konusu var bir de tabii ki, ona sonra değineceğim.

Bahsettiğim tanıdığa dönersek, maddi anlamda şirkete kazandırdığıyla kendi kazandığı arasında dağlar kadar fark var. Yüzde 1 prim olarak verseler bile razı olurdum dedi. Yüzde bir diyorlar, sonra erişilemez hedefler koyuyorlar, oranı binde bire çekiyorlar. Böyle acayip acayip işler yaşıyormuş. Kendisi şirketteki en iyi elemanlardan birisi, ayrılması şirket için çok vahim bir durum. Yerine birisini koymayı geçtim, yetiştirmeleri bile zor. Hal böyleyken, hak ettiği verilmeyince, yıllarca sabretmiş, en son bir noktada ok yaydan çıkmış.

İşin trajikomik kısmına gelelim şimdi de. Çok yüksek paraların döndüğü bir sektör. İşi bilen, bağlantıları olan birisinin amiyane tabirle kamyonla para kazanması mümkün. Bana geçen yılda şirketten aldığı toplam maaşı söyledi. Onun tecrübesinde birisi için düşük bir miktardı. Sonra da, son 1 haftada kazandığı parayı söyledi. Son 1 haftada kazandığı para, geçen yılki maaşına yetişmiş… Bir kaç gün sonra muhtemelen geçecek. Her hafta bu kadar kazanması zor tabii ki, işteki son haftalarında da biraz planlama, ayarlama yapmış. Hadi 1 ay diyelim. 1 ayda yıllık aldığı maaşı kazanabiliyor.

Bunun üzerine çok bir şey söylemeye gerek yok aslında ama iyi bir yöneticinin bu kişinin hak ettiğinden az aldığını görmesi gerekirdi. En önemli çalışanlarından birisi, giderse yeri doldurulması çok zor. Benim görüşüm bu çalışanı kaybetmemek için şirkete ortak bile yapılması lazımdı. Bahsettiğine göre işe başladığında 3 kişi varmış firmada. Şimdiyse 30-40 belki daha fazla. Çekirdek ekipten diyebileceğimiz böyle bir çalışana ortaklık verilmeyecekte kime verilecek.

İş burada torpilli yöneticiye geliyor aslında. Anladığım kadarıyla başlarındaki yönetici patronun bir akrabası. Türkiye’nin kanayan yaralarından biri olan torpille bir yerlere tanıdığını yerleştirme hastalığı. Benim tanıdık haliyle yıllar içinde yabana atılmayacak bir tecrübeye sahip. Yönetici diye atadıkları kişiyi cebinden çıkarır yani. Yönetici geliyor, böyle yapın, şöyle yapın diyor. Tereciye tere satıyor yani. Burası da ikinci kopma noktası oluyor. Herkesin az ya da çok bir egosu vardır. Tepeden inme birini insanların başına yönetici yaparsanız, ister istemez insanlar ne özelliği var da müdür oldu, yönetici oldu diye sorgular.

Bir de biz aileyiz felaketi var. Ben bunu felaket olarak adlandırıyorum. İş hayatı aileyiz lafının uygun düşeceği bir ortam değildir. Ailede iyisiyle kötüsüyle insanların birbirine yardımcı olması esastır. İnsanların birbiri için bir şeylerden fedakarlık yapması, anlayış göstermesi aile olmanın gerekliliğidir zaten. Diğer türlü rastgele bir araya gelmiş insan topluluğu olurdu, işine gelmeyen giderdi.

İş hayatında ama durum böyle değildir. Çalışan belli bir ücret alarak karşılığında belli bir işi yapar. İşini çok sever, karşılığını aldığını düşünür, fazla çalışır. Sevmez, hakkı yendiğini düşünür, gözü hep saatte olur. Bitse de gitsem der. Yönetici çıkıp da biz bir aileyiz dediğinde, yüzden doksan karşılığında bir fedakarlık bekliyor demektir. Ücretsiz mesaiye kal, hafta sonu ufak bir iş var onu hallediver, maaşına zam isteme gibi gibi.

İşin gerçeği iş yerinde çalışan kişiler bir aile değildir. Kötü bir tabir olacak ama kendi çıkarları için bir araya gelmiş bir topluluktur. İstediğini alamayan ya da performansından memnun olunmayan zamanı gelince gider. Bazen öyle bir gider ki, bir süre sonra o kişiyi kimse hatırlamaz. Biri vardı eskiden ismi neydi hatırlayamadım falan denilir. Aile olunsaydı en azından unutulmazdı, bir kaç ay bir yere gitse kardeşini unutan var mı? Aileyiz muhabbeti daha çok su götürür de genel itibariyle durum bu şekilde.

Bu saydıklarımızın yanında bir diğer etken de çalışanın kendini rahat hissetmesi. Üzerinde çok fazla stres olunca insan ister istemez rahatsız olur. Daha fazla mesai, izinlerin iptali, hesap soran toplantılar benzeri şeyler insanları çok yıpratabiliyor. Bir keresinde bir yöneticiden şöyle bir şey duymuştum; “Bu bir iş, hayatın değil. Hayatın bu işten daha önemli. Bizim senden beklentimiz işini daha çok sahiplenmen, bunun haricinde bir sıkıntımız yok. Ama burada mutlu değilsen, başka bir iş arayabilirsin”. Hatta ayrılmak isteyenlere iş arayabilmesi için haftada bir gün de izin veriyordu. Bir tarafta böyle bir bakış açısı var, diğeri de işten ayrılınca düşman olma tutumu.

Şirketler büyüyünce ister istemez daha hantal bir hale geliyorlar. Aradaki iletişim zayıflıyor. Bir de eski bir şirketse, biraz eski kafayla yönetiliyor. Çalışanlara iş vermelerinin onlara bir lütuf olduğu falan düşünülüyor sanırım. Başka türlü izah edemedim ben maalesef ki. Öyle olunca da maaşlar düşüyor, buna karşın beklentiler artıyor. Nasılsa bir yere gitmez diye düşünülüyor. Sonuç yetiştirdiğin eleman kaçıp gidiyor.

Bahsettiğim tanıdığa dönersem, işten ayrılınca kafam inanılmaz rahatladı dedi. Para haricinde de bir çok noktada kafasında bitirmiş zaten firmayı. Şimdi dedi maaşımın 10 katı artı prim verseler dönmem dedi. Halbuki dedi öncesinde bana hak ettiğim saygı gösterilse, çok değil %1 prim verilse belki de oradan emekli olurdum. İnsanları hele de şirketine bu kadar yararlı olan kişilerin bu kadar yıpratılması çok üzücü. Bakalım zaman ne gösterecek ama açıkçası eski firmasına rakip büyük bir firma haline gelirse şaşırmam.

Bu konu daha uzar gider açıkçası ama burada kesmek iyi olacak sanırım. Bu işin daha ofisten çalışma, hibrit çalışma, uzaktan çalışması var ki ayrı bir yazı olur muhtemelen. Gelecekte başka bir yazıda buna değiniriz belki. Kalın sağlıcakla.

Leave a Comment